removed old

This commit is contained in:
Mert Gör 🇹🇷 2024-08-02 08:54:19 +03:00
parent dd9dc65fc1
commit 34094a94a5
Signed by: hwpplayer1
GPG key ID: 03E547D043AB6C8F
3 changed files with 0 additions and 97 deletions

View file

@ -1,35 +0,0 @@
# Bir Aforizmanın Uyandırdıkları
Gerçekçi olmak gerekirse oturup da husûsî olarak aforizma okumak gibi bir hobim yok. Hatta bu başlıkla basılan kitapların oluşum şartlarını düşünüp anlam veremediğim de olmuştur. Franz Kafkanınki mesela. Fakat yine de her şeyin herkese hitap edemeyeceği bir vakıa. Ben domates severim ötekisi sevmez. Bunun için iki taraf da suçlu olmadığı gibi meydanda suç kavramını gerektirecek bir ahval de söz konusu değil.
Beni bu yazıyı yazmaya iten ilham Edgar Allan Poenun Can Yayınları Kısa Klasikler / 11 adıyla yayınlanan hepi topu 47 sayfalık Morgue Sokağı Cinayetleri kitabının 19. sayfasında verilen dipnot.
Dupin, arkadaşının o sıradaki düşünce silsilesini nasıl idrak ettiğini arkadaşına çözümlerken şu Latince dizeyi aktarıyor:
**Perdit antiquum litera prima sonum.**
Çevirmen Nazire Ersözün dipnotu bu sözü şöyle sunuyor Türkçe okurlara:
(Lat.) **İlk harf eski okunuşunu yitirdi.**
Münasebetsizce “Eski çamlar bardak oldu” atasözünü anımsadım. Tabiiki ufak, azıcık bir irtibat var ama hakkını teslim edeyim Latince dize çok daha estetik. Ama mesele estetik tercihlerimiz değil.
Enteresan bir şekilde bu söz bana yakın zamandaki bir şeyi hatırlattı bana. Arkadaşımın unuttuğu ve benim önemsediğim bir şeyi. Eskiden olsa muhakkak kafaya takar ve arkadaşıma veryansın ederdim. Ancak bu Latince dize bu arkadaşıma veryansın etmediğimi hatırlattı. Hatta unuttuğumu…
ık bir şekilde söylemek gerekirse, ilk harfim okunuşunu yitirmiş.
Aforizmalara ilgi duymadığımı söylemiştim başta. Ancak daha evvel hiçbir aforizma bana kendimle ilgili bir olguyu apaçık bir şekilde göstermemişti. Belki de aforizmalara karşı takındığım kayıtsızlık özne nesne ilişkisi içinde bir alışverişimizin olmayışıydı. Fakat:
**Perdit antiquum litera prima sonum.**
Evet…
Tam bu noktada ilgisiz bir şekilde bu cümledeki sözcüklere aşina olduğumu da fark ettim. Latinceyi bilmiyorum, hayır. Ama Esperanto ile hatırı sayılır bir mâzîm var. Bu leksikografik bir zâviyeden cümleyi kurcalamama olanak tanıdı.
Perdi: kaybetmek, antikva: eski/cil, litero: harf, prima: önce vs, sono: ses
Vay be!
* **Yazar Gazelhun Nimet Efendi**
* **Lisans CC BY-ND 4.0**

View file

@ -1,25 +0,0 @@
# Asıl cânî Dr. Frankensteindir
Baba figürünün evlat üzerindeki etkisi deyince bir çok edebiyatseverin aklına ilk gelen **Franz Kafka** ve melun babası Hermannın hastalıklı ilişkisidir muhtemelen. **Babaya Mektup**ta Kafka açık açık babasına onun ne kadar baba olamadığını anlatır. Hermann kötü, bencil, çocuklarını ezen, küçümseyen, önemsiz hissettiren biridir. Kafka bu uzun ve hayret uyandırıcı mektubunda babasından kaçtığı için yazmaya sığındığını ve önünde sonunda babasını anlatmaktan kaçamadığını büyük bir üzüntüyle îtiraf eder. Ne hazin!
Bu gerçek boyuttaki baba-oğul ilişkisinin yanı sıra benim aklıma bir de kurgusal ikili gelir. **Victor Frankenstein** ile “canavar” oğlu!
Evvelâ benim nazarımda kitap boyunca kullanılan ve kamuoyu vicdânının sâhiplendiği canavar tâbirini reddediyorum. O bir canavar değil, düpedüz insandır. Dr. Frankensteinin etik kuralları yok sayıp mezarlara gömülmüş cesetlerin çürümemiş organlarını bir araya getirerek meydana getirdiği bir insandır. Bu insan oluşunun en büyük emâresi ise şüphesiz ki açlığını çektiği sevgidir, baba sevgisi. Buna mukâbil sâdece çirkin olduğu için “baba” dediği adam tarafından evlat olunmadan evlatlık mertebesinden reddedilir. Bir piç muâmelesi bile görmez. Sırf çirkin diye canavar addedilir.
Bu yaratılan insanın çirkin olacağı da sürpriz değildir üstelik. Bir akbaba gibi o ceset benim bu ceset benim kabristanlara musallat olan Dr. Victor Frankensteinıin bu muhtemel çirkinliği tahmin etmemesini ben anca bilim âleminde fark yaratma hırsıyla gözlerinin hiçbir şeyi görmemesine bağlıyorum. Ölü bir beden zaten insânî ışığını kaybetmiştir. Yıldırımlar bu yitik ışığı getirebilir mi ki? Bu belki de deney sırasında yüzde elli-elli bir ihtimâle sâhipti. Fakat umursamadı, çünkü güzellik-çirkinlik kavramından ziyâde mühim olan birbirlerine dikilip yapıştırılan bu “organ yığını”nın insanlaştırılmasının mümkünâtını araştırmaktı.
Bu noktaya kadar doktorun şartları çerçevesinde anlayış gösterebiliyorum ancak bu araştırmadan, bütün o amaçlardan sapan yine doktorun kendisi oldu. Çünkü kendi beceriksiz ellerinden çamurdan bir büst bile yapamayacağını bilmesi gereken doktor, yığdığı ceset parçalarının birleşip yeni bir insan ortaya çıkarmasının heyecânını duymadan, “Ay ne kadar da çirkin!” triplerine giriyor. Sanki onun hırsı, gâyesi çirkin değilmiş gibi. Sırf çirkin diye insan yaratmış olduğunu göremiyor ve bu bahtsız yeni canlının ağır çirkinliğine tahammül etmeyip onu terk ediyor. Aynı iskelet hemen yukarıda bahsettiğim Kafka ailesinde de görülüyor. Oğlu istediği gibi olmadığı için baba Hermann oğlunu neredeyse öteliyor. Bu vesileyle Kafkanın **Dönüşüm** novellasını bu gözle okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Artık sâdece doktorun değil, bir canlının daha penceresinden bakma fırsatı yakalıyoruz. Gel gör ki bu noktada İngiliz yazar **Mary Shelley**nin tarafgir olduğunu sezmeye başlıyoruz. Sanki okuru yönlendirir gibi bir hâli vardır. Hayır, hayır! Sanki yazar Victor değilse bile, Victorun dostu, yoldaşı, refıki gibi davranıyor. Ve bu çirkin canlıya canavar, çevireden çeviriye değişmekle berâber yaratık diyor.
Oysa, her yeni doğan gibi korku yaşıyor. En yakınından, onu doğurandan sevgi bekliyor. O vermeyince dilediği sevgiyi, insani fiziksel ihtiyaçlarının de etkisiyle kendini dış dünyâya atıyor ve çektiği yalnızlık onun baştaki mâsum ve iyi kalbini katılaştırmaya başlıyor.
Bu kitabın başında babasızlık vardı. Sonra sevgisizliğin sebep olduğu olaylar.
Bir teklifim var: Kamuoyunun vicdanını takınsın. Yalnızca bu canlıya işlediği cinâyetlerden ötürü cânî diyemeyiz. O kader mahkûmu olan bir cânîdir, bahtsızdır, kendisinin dışındaki şartların yarattığı nehir suları onu cinâyetlere götürmüştür. Fakat asıl cânî Dr. Frankensteindir. O yaptıklarının sorumluluğunu almayarak kaçmış ve gittikçe tehlike seviyesi artan, “ne yaptığını doğru düzgün bilmeyen” ama dâima sevgi açlığı çeken ve Dr. Frankenstein yüzünden bu sevgi ihtiyâcını gideremeyen ve giderme olanağı asla olmayan bir canlıyı dünyâya salmıştır. Tâbir-i câizse doğurup sokağa atmıştır.
Bu noktada şunu da hatırlatalım. Bu yeni insanın adı yok. **Dr. Frankensteinin Canavarı** tamlaması kısaltılarak direkt Frankenstein diyenler çok. Kendince “canavardan” kaçan doktorun hâzin sonu: bizzâtihi “canavarlaşması” 🙂
* **Yazar Gazelhun Nimet Efendi**
* **Lisans CC BY-ND 4.0**

View file

@ -1,37 +0,0 @@
# Gogol'ün Portre'si ve Birleşik Krallık'taki Bilişim Yasa Tasarısı
Portre kelimesi bana dâima **Oscar Wilde**'ın **Dorian Gray'in Portresi**'ni anımsatır. Fizikî güzelliğinin ebedî olması için rûhunu şeytana satan bir adamın hazin ve belki ibretlik hikâyesidir. 1890 Temmuz'unda tefrîka edilişinin üzerinden handiyse 133 sene geçmiş. Fakat yazımın esas bahsedeceği eser olan Portre Nikolay Gogol'ün bir uzun hikâyesi. 1834-35 senelerine âit. Bir okur olarak adını ilk andığım Wilde'ın Gogol'ün bu eserinden etkilendiğini söyleyebilirim. Elbette, daha başka ve daha yüksek bir sanat anlayışının numûnesi olabilecek hikâye ve romanların olma ihtimâlini göz önünde tutmak lâzım.
Esere yoğunlaşmadan evvel **Yordam Kitap**'ın **Hasan Âli Ediz**'in Türkçesiyle yayınladığı bu baskının kalitesi methedilmeye lâyık. Tek kelimeyle enfes. Ayrıca altını çizmek isterim ki kitabın boyutu da hakîkaten okuma rahatlığı sağlıyor. Çevirmenin evvelce okuduğum diğer tercümelerinden **Biyelkin Hikâyeleri** (Aleksandr Puşkin) ve **Aşk Üzerine** (Anton Çehov) kitapları da benzer bir husûsiyeti aksediyor. Okumanızı tavsiye ederim.
Gel gelelim Portre'ye. Fantastik ögeler içeren bu hikâye iki bölüme ayrılıyor. I. bölümde Çartkov adlı genç bir ressamın tesâdüfen satın aldığı bir çift gözden ibâret lânetli portrenin ona sağladığı zenginlik ve bu zenginliğin kendiyle berâber getirdiği ve peyderpey ortaya çıkan bayağılık, açgözlülük, cimrilik, kıskançlık gibi olumsuz hislerin idealist ressamı nasıl çürüttüğü anlatılıyor. Kitabın II. bölümüne ise bu lânetli portrenin ortaya çıkışının hikâyesi desek yeridir.
**#Aşağıda kitap hakkında yer yer sürpriz-kaçıran bilgiler olacaktır, aman dikkat!#**
Çartkov, portredeki bir çift şeytânî gözün tesiriyle modaya uygun resimler yapmaya başlar, kaprisli ve burnu havada olan aristokrat müşterilerinin istekleri üzerine kendi estetik kaygılarını terk etmek zorunda kalır, zamanla robotik bir resim üreticisine dönüşür. Bayağı zevklere düşer, şöhret için yaşayan birine dönüşür. Seneler sonra, ihtiyarlığında yaşıtı olan ancak sanatının peşinde koşup mükemmele erişen bir ressam tanıdığının hârikulâde resmi ile derin ve zehirli uykusundan uyanır. Bir çılgınlık hâli ile resme dâir kâbiliyetinin olup olmadığını dahi sorgular. Kapalı yerlerde tozlanmaya mahkûm ettiği gençliğinin bahârında elinden çıkan resimleri inceleyerek bir zamanlar mahâretinin olduğuna kânî olur. Onu tekrar diriltmek için uğraşır ancak tâbir câizse o treni kaçırmıştır. Bu hâl, onu öfkeye ve çelik gibi sert bir kıskançlık batağına sürükler, cimriliğiyle topladığı paraları, gözünü bile kırpmadan gelecek vâdeden ressamlara âit yüksek sanat eserlerine verir. Fakat bu patronajlıktan uzaktır. Gâyesi o eserleri yırtmak, parçalamaktır.
Lânetli portredeki şeytânî gözleri fantastik kabul etmek mecbûrî. Ancak olay zincirindekileri düşündüğümüzde aslında **asıl vurucu olan**, para ve şöhretin insanı nasıl yok edeceğinin büyük ve açık izleridir. Eğer yaşama ve geleceğe dâir prensipler, hayaller, planlar, ümitler para, şöhret ve tekel olmak için terk edilirse kişioğlunun öyle şeytânlara, lânetli portrelere ihtiyâcı kalmaz, kendi kendini de büyük bir yıkıma, harap omaya sürükleyebilir.
Belki size tuhaf gelecek ancak çok güncel bir teknoloji/bilişim haberi var. Bu durumla paralellik arz ettiğini düşündüğümden ondan da söz etmek ve Portre ile olan benzerliğini tespit etmek istiyorum.
**Teknoloji Dünyasının Çartkov'u: Apple**
Biliyorsunuz, **Birleşik Krallık** kabul edilebilirliği imkânsız bir yasa tasarısı üzerinde çalışıyor. Buna göre çocuk istismârının engellenmesi adına mesajlaşmalar düzenli aralıklarla taranacak. Hâliyle tam koruma sağlayan **uçtan uca şifreleme** (e2ee) hizmeti veren anlık mesajlaşma uygulamaları/şirketleri ya cezâlar ile bitirilecek ya da direkt illegal olduğu gerekçesiyle yasaklanacak. Burada kısa bir parantez açalım: uçtan uca şifreleme mesajlarınız, gönderilerinizi yâni size ait olan şeyleri şifreler ve kem gözlerden korur. Art niyetli şifrekırıcıların size âit bilgileri çalmalarını engeller. Mahremiyetinizin şantaj konusu yapılmasına ya da sizi bilgilerinizle birlikte bir ticâret metası hâline getirilmenize mâni olur.
Tasarının amacı çok net, vicdanları teskin etmekte ve dolayısıyla da gönül rahatlığıyla destekleneceği âşikâr. Ancak işin aslı öyle değil. Türkçede bu hâli îzah etmek için çok güzel bir tâbir var: **kaş yaparken göz çıkarmak**. Bir suçun işlenişini engellemek adına milyonlarca insanın özel yazışmalarını hükûmetin ve şirketlerin vicdânına terk etmek abesle iştigal etmektir. Ki hâlihazırda bana kalırsa yeryüzünde bulunan bütün hükûmetler birleşerek e2ee hizmeti sağlamayan servisleri yasadışı îlân etmelidir. Birleşik Krallık'ın durumunu şuna benzetebiliriz: Sırf yaralama ve adam öldürmede kullanılıyor diye keskin bıçakları yasaklamak istiyorlar! Ya da sırf boğulma riski var diye denizlere girmeyi ve yüzmeyi yasaklıyorlar. Böyle deyince akıl alır olmadığı daha bâriz ortaya çıkıyor. Elbette, çocuk istismârı gibi âdî ve tahammül edilemez suçlarla mücâdele edilmelidir. Ancak var olan ve yeni îcât edilecek olan bilişim suçlarının mantar gibi türemesine sebep olacak şekilde bir mücâdele yarardan çok zarar verecektir. Sâdece hükûmet kontrol edecek öyle mi? Peki Çin, Rusya gibi ülkelerde cepheleri olan sibersavaşlarda oldukça yetenek kazanmış **şifrekırıcılar** öylece duracak ve hükümetin baltalayarak uygulamalarda zorla açtıkları arka kapılardan girmeyecekler mi? Öyle zannediyorlarsa külliyen yanılıyorlar. Bu işin bir de korkutucu cabası var: Birleşik Krallık şâyet bu yasayı kabul ederse demokrasi karnesi zayıf olan ülkelerde mahremiyetin şiddetli ve pervasızca ihlâl edilmesi sâdece an meselesi olur ve böylelikle yazılım dünyâsının zarzor inşâ ettiği e2ee geleneği hesaplanamaz bir darbe alır.
Konudan saptığımı düşünmeye başladınız, tamam, hemen bağlıyorum. Genç ressam Çartkov şöhret ve para için yaşıyordu. Bu yüzden en insânî duygulardan bile soyutlanmaya başlayıp kendi sonunu hazırlamıştı.
Birleşik Krallık'ın bu tavrına geneli **açık kaynak** ve **özgür yazılım** olan birçok teknoloji şirketi (**Signal**, **Tutanota**, **Duckduckgo** gibi açık ve özgür yazılımların yanı sıra **Vivaldi** gibi yarıık kaynak ve **Whatsapp** gibi tamâmen sahipli uygulamalar vb.) karşı çıktı. Apple ne yaptı? Büyük bir itâatkârlıkla İngiliz hükûmetini desteklediler. Hatta bu arzu edilen düzenli tarama için bir sistem dahi geliştimek için ellerini çabuk tuttular. Çünkü Birleşik Krallık'taki pazar paylarını, kazandıkları ve kazanacakları paraları kaybetmek onlar için söz konusu olmamalıdır. Bu alelacele desteğin illeti şu: kendi kapalı sistemlerinde neler olup bittiğini zâten kendileri gâyet tafsilatlı bir biçimde biliyor,  hükûmet de bilse ne olacak ki?! Özgür yazılım lisansları ile üretilen, ücretsiz olarak paylaşılan, dağıtılan açık sistemlere karşılar, çünkü para kazandırmayan her şey onlar için yok hükmünde, varsa da değeri kıymeti olmayan şeyler. Onların durdukları bu yasa karşıtlığı pozisyonu, hâliyle akıl kârı değildir diye düşündüler. Koca şirket Çartkov gibi düşünüyordu: Para kazanayım, gayrısının hiçbir ehemmiyeti yok. Gelin görün ki birkaç gün sonra "para şeytanı"nın etkisindeki Apple enteresan bir şekilde karar değiştirdi ve Birleşik Krallık hükûmetine açık mektup yazanlara dâhil oldu.
Aslında öyle mahremiyet muhafızlığı değil bu yaptıkları. Fakat Apple'ın kendini pazarlama düsturlarından birisi şu: "gizlilik ve mahremiyetinize saygı duyuyoruz". Öyle görünüyor ki hatırı sayılır miktarda insan bu söze güveniyor. Buna halel getirmemek için de tasarıya karşı çıktıklarını beyan ettiler. Kabul etmeyecek olsalardı, Apple'ın yarattığı imaj hepten yok olacaktı. Çünkü iMessage'la gönderip aldığın özel mesajlar düzenli olarak birileri tarafından okunup kontrol ediliyorsa Apple'ın iMessage'ı da güvenli değil demektir. Çartkov da benzerini yapmıştı. Portresini yaptıranları memnun etmek adına, hiçbir özelliği olmayan biri olup çıkmıştı.
Ben Apple'ın bu hamlesini Çartkov'un eski ve saygıdeğer ressamlara atıp tutarken yaşlandıkça onları savunmasına benzettim.
"Çartkov eski ressamlara gereğinden çok üstün nitelikler verildiğini, bunların hepsinin, Raphael'e gelinceye kadar vücut değil, gerçek iskeletler resmettiğini, bu gibi ressamların eserlerinde güyâ herhangi bir kutsallık bulunduğu yolundaki düşüncenin ancak seyircilerin imgeleminde var olduğunu, hatta bizzat Raphael'in yaptığı her eserin bile iyi olmadığını, çünkü anatomi alanındaki bilgisini göstermekten başka bir şey düşünmediğini, onda hiçbirincelik olmadığını, gerçek ışığın, fırça kudretinin, renk uyumunun ancak şimdiki yüzyılda bulunabileceğini söylüyordu. (s. 54-55)"
**Fakat sonra sonra:**
"Saygıdeğer bir yaşa geldikleri zaman bn ressamların yaptığı gibi, o da Raphael'i ve eski ustaları - bunların erdemlerine tamamıyla inandığı için değil, bunları gençlere karşı bir silah olarak kullanmak için- şiddetle savunmaya başladı. (s. 57)"
**Yazımı şöyle bitireyim**: Edebiyat ve okumak dünyâyı anlamada, olayları ve durumları idrak etmeye yardım eder. Bu illâki romantik düşler ve şiirsel imgelemeler kurmak için değil, hakîkî yaşamın sırlarına ermek için de aynı derecede yardım eder.